Karmaşık, çok parçalı bir yapı olan toplumsal yaşamın bulanıklaştığı, her şeyin belli belirsiz silüetler halinde göründüğü “an”ları vardır. Böylesi “an”larda, özellikle söylemsel kargaşalar, (kendi) dünyamızın sınırlarının ötesini / berisini, bir alt-üst “oluş”a sürükler. Bu duruma , sürekli askıda kalan haller de denilebilir. Sözün, imgelemin, anlamın ters-yüz edilmiş boyutu bu karmaşanın yapısal yönünü oluşturur. Bu boyutu, söz konusu sergiyle ilişkilendirerek, serginin küratörlerinden Hüsnü Dokak’ın sözleriyle ifade edersek; “Siyasetin belirlediği tüm bireysel ve toplumsal ilişkiler (…), sağlam olmayan bir zemin üzerine kurulu olduğundan, dost-düşman kavramları iyiden iyiye karmaşık bir hal aldı. Dolayısıyla, karmaşık toplumsal ilişkilerden nasıl bir sonuç çıkacağını önceden kestirememenin yarattığı tedirginliği yaşamamak elde değil (…)”.
Siyaset(ler)in dayandığı egemen ideolojik yapıların bu alabildiğine kaygan/buzlu/soğuk zeminleri, toplumu oluşturan tüm bireyleri de, her an içine alabilecek çatlaklara, -sistemin nefes alıp verdiği çatlaklara - sahiptir. Bu ölümcül zeminler, yaşamı, yanılsamalarla dolu, güvensiz, tedirgin edici, tehlikeli ve tanımlanamaz kılar. Ashty Addo, Awni Sami, Bahar Demirtaş, Barış Seyitvan, Erdal Duman, Fırat Bingöl, Hüsnü Dokak, M.Ali Uysal, Mehmet Öğüt, Samet Aydın, Seçkin Aydın, Serkan Demir, Serpil Odabaşı, Şefik Özcan, Uğur Orhan ve Walid Siti’nin katıldığı ve Amed Sanat Galerisi’nde açılan sergi, bu anlamda, içinde bulunulan “durum”u ismin tüm hallerinde görünür kılmaya çalışıyor.
Serginin küratör-sanatçılarından olan Hüsnü Dokak’ın “Hiza” isimli çalışması, serginin genel görünümü içinde, bir sınır-durumun içerdiği dehşeti, kendisine eşlik eden azami disiplinle, tüm mekana bir sis gibi yayıyor. Bir sıra düzeni içinde, kendilerini harekete geçirecek üst bir sesi tekinsiz bir titreşim içinde bekleyen hayalet figürler, oluşturdukları tek sesli koroyla izleyene “kendine dikkat et” tehditinde bulunuyor gibiler. Samet Aydın, “Seksek” adlı performativ çalışmasıyla, militarizmin tüm dünya yüzeyinde cebren ve hile ile oluşturmuş olduğu yapay sınırları, dil/oyun düzleminde sorunsallaştırıyor. İzleyiciyi de bu dil/oyun düzlemine dahil eden Aydın, galerinin sert, soğuk zeminine yumuşak bir iniş yapıyor. Galeri mekanının izleyiciyi karşılayan merkez noktalarında Seçkin Aydın’ın “öteki”nin kabul edilebilirliğinin gerilim noktalarını, bir üst-anlatının tümel ifadesi olarak ortaya koyduğu “ÖTEkim olursan ol, yine de gel” (Mc Rumi), adlı çalışması, kendisini, “ötekiliğin” icad edilmiş yapısı üzerine temellendiriyor. Galerinin merkez alanında, duyumsanabilir olanın paylaşımında, rolünü sözcük oyunlarıyla oluşturduğu MAYIN (dokunMAYIN, konuşMAYIN, okuMAYIN, anlaMAYIN…) çalışmasıyla sürdüren Seçkin Aydın, “hasılı sözümün tersine yürü”, kabilinde, söylem eleştirilerini ironinin sınırlarında sürdürüyor. Erdal Duman’ın “Gül Tarlası” adını verdiği, alacalı pombaları ve galeri duvarında özensizce asılı duran yeşilimtırak kaleşnikofu, formlarının keskinliğine ölümcül soğukluklarını da ekleyerek, yüzümüzde asılı kalan belli belirsiz bir tebessümle, bizi, tekinsizliğin karanlık, yüksek duvarlarıyla karşı karşıya getiriyor. Awni Sami ‘nin “İsimsiz” adını verdiği çalışması, kaotik toplumsal zamanlara dair olup erk sistemlerine göndermede bulunuyor. Sembolik anlamda erkek egemenliğini temsilen oluşturduğu kırmızı renkli üçgenleri ve bu erkin yapısal bileşenlerini bölümleyen sözcükleri, Sami’nin yerleştirmesini bir tarih şeridi gibi okumamızı sağlıyor. Bir diğer sanatçı, Ashty Addo, “İsimsiz” adlı foto-performasıyla, toplumsal yapıların üzerinde yükseldiği söylemsel zeminlerin kayganlığını, güvenilmezliğini, üzerinde dik durabilmeyi mümkün kılamayacak çatlaklarını, biçare denge arayışıyla işaret etmeye çalışıyor. Mehmet Öğüt’ün, militarizmin tek-tipleştirici faktörel kuvvetleri üzerine oluşturduğu ve bu sürece toplumsal tüm kurumların (aile-okul vs) nasıl törensel bir vecd hali içinde hizmet ettiğini sorunsallaştıran, “Islahat- maruz kalmak” isimli videosu, Barış Seyitvan’ın “Nothing” adını verdiği ve sonsuz muş gibi gelen iç karartıcı bir ölüm koşusuyla savaşı sorunsallaştırdığı video çalışması, Fırat Bingöl’ün “Güven Oyunu” adlı videosu, temelde erkin, güvensiz, tekinsiz, soğuk, ölümcül kıldığı yaşamın tam ortasında kalan, kıstırılmış, çaresizleştirilmeye çalışılan bireyi konu ediniyor. Serpil Odabaşı’nın, kadına yönelik şiddeti konu aldığı boyamalarını, Bahar Demirtaş’ın şiddeti parodik bir dille oluşturduğu kolajları çığlığa dönüştürüyor. Yine ironinin sınırlarında gezinen sanatçı Uğur Orhan’ın hükmet-me pratiklerini alaycı bir dille ele aldığı, “Hoca Ne Oldu?” adlı, foto-performası, nihayetinde eriyip gitmeye, sınırlarından içe doğru büzülmeye mahkum katılaşmış yapıların askıda kalmış hallerini görünür kılan M. Ali Uysal’ın “Askıda” isimli çalışmasıyla, kaotik, güvensiz, belirsiz bir toplumsal aralıktan bakışıma sunulan sergideki yerlerini alıyorlar.
Şefik Özcan 2011