17 Eylül 2012 Pazartesi

Karma Sergi/Group Show @ HAYAKA ARTI

Gorsel Image : Esat Tekand (44A Sanat Galerisi izniyle Courtesy 44A Art Gallery)




Acilis 20 Eylul Persembe 18.00-21.00 arasi
Opening Thursday, September 20th between 6–9 pm

Galeri Saatleri Gallery Hours:
Persembe – Cuma saat 13.00–17.00 arasi
Thursday – Friday between the hours 1–5 pm
+
Tophane Art Walk:
7 Ekim 2012 'Acik Pazar' 13.00-17.00 arasi
October 7 'Open Sunday' between the hours 1-5 pm

Dilara Akay / Erman Akcay / Sevinc Altan / Rafet Arslan / Firat Bingol / Irmak Canevi / Eda Gecikmez / Dilek 
Hekimoglu / Komet / Christina Maria Kulot / Noel Morera / Argun Okumusoglu / Onston / Siir Ozbilge / Sevil Sert / 
Mark McConnell Sweeney / Aziz Tavil / Esat Tekand


Ilgili(siz) Alinti:
Farkli amaclarin pesinden giden, farkli yontemler kullanan sanatcilarin ayni yerde toplanmasini saglayan sey, onlarin 
cagdas zihinsel alan konusunda benzer bir sezgiden yola cikmalari, 21.yy basi kulturunu kaotik bir alan olarak, 
sanatciyi da bunun icinde bir gezgin olarak algilamalaridir. (Nicolas Bourriaud. Playlist katalogu. Paris: Palais de 
Tokyo, 2004)

(Ir)Relevant Quotation:
What makes these artists, who actually chase after different purposes by implementing various methods, gather at the 
same space is the fact that they all start off from a similar intuition concerning contemporary mental territory and 
they perceive the culture of the early 21st century as a chaotic field within which the artist is a traveller. 
(Nicolas Bourriaud. Playlist catalogue. Paris: Palais de Tokyo, 2004)


HAYAKA ARTI  Cukurcuma Caddesi No:19A Tophane

27 Mart 2012 Salı

DALGIN SULAR / MOODY WATERS








DALGIN SULAR / MOODY WATERS



Dev bir sosyal sorumluluk projesi için omuz omuza vermiş bir grup sanatçı Asfalt Art Gallery’de 29 Mart -25 Nisan tarihleri arasında izleyiciye sunulacak Dalgın Sular Sergisinde bir araya geliyor. Serginin ortak teması, İstanbul'un geçmiş karşısındaki unutkanlığı ve/veya geçmişiyle birlikte yaşama gayreti...

Sergi aynı zamanda Aralık Derneği'nde İskender Savaşır'ın çağrısıyla başlayan Dalgın Sular Projesi'nin ilk tanıtım faaliyeti. Proje birbirleriyle yakından ilişkili iki birimden, Çizgi Roman Projesi ve Eğitim Programından oluşuyor. Çizgi Roman Projesi İstanbul'un geçmişini kustuğu ama aynı zamanda şehrin kaotik hayatına gelecekten de “mutasavver” konukların katıldığı bir anlatı evreni olarak tasarlandı. Bu girişime önayak olmuş olan grup ve sanatçılar aynı zamanda, bu tür olanaklardan yoksun kalmış bölgelerde yaşayan çocuklara, Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından yetiştirilmekte olanlara ve Çocuk/ Gençlik Cezaevlerinde barındırılanlara yönelik bir eğitim programı da hazırlama sürecinde. Projenin ana hedefi bu eğitimi alan çocukların dergiye ürün vererek katılması ve onlara ileride kendilerine geçim kaynağı olabilecek bir hüner kazandırmak.

Sanatçılar:
Deniz Aktaş
Mediha Aşkın
Fırat Bingöl
Deniz Çimen
Gökhan Deniz
Çağla Göksu
Fatoş Karadağ
Nebahat Karyağdı
Komet
Raziye Kubat
Banu Muratlı


SERGİ: Dalgın Sular / Moody Waters
Proje Sahibi: İskender Savaşır
Proje Koordinatörü: Ayşe Görür
Sergi Tarihleri: 29 Mart – 25 Nisan 2012 
Açılış Kokteyli, 29 Mart Perşembe, 18.00 – 21.00, Herkesi Bekliyoruz

YER: ASFALT ART GALLERY 
Bahariye Cad. Canan Sokak
Azeri Apt. No:51/-1
Kadıköy/İstanbul
(Süreyya Operası arka sokağı)


4 Mart 2012 Pazar

"Dalgın sular"


Sanatçılar:
Deniz Aktaş
Mediha Aşkın
Fırat Bingöl
Deniz Çimen
Gökhan Deniz
Çağla Göksu
Fatoş Karadağ
Komet
Raziye Kubat
Banu Muratlı

Proje: İskender Savaşır
Proje Koordinatörü: Ayşe Görür

8 Mart-23 Mart 2012
8 Mart 18:00- 21:00

Atölye Ren, Akkavak Sokak ardı 20apt No:34 kat: 2 Daire 3 Nışantaşı




Dalgın Sular Projesi

Proje, birbirleriyle yakından ilişkili iki birimden, Çizgi Roman Projesi ve Eğitim Programından oluşuyor.

Çizgi Roman Projesi

İçerik… Bu projede açıkça Yahya Kemal’den esinlenerek “dalgın sular” diye adlandırılmış bir “anlatı evreni” resim ve öykülerle var edilmeye çalışılacaktır. Bu evrende Haliç’in dibi taranırken meydana gelen ve hiçbir zaman ne olduğu tam açıklanmayan bir nedenden ötürü bir dizi olay yaşanmaya başlar. İlkönce “halüsinasyon”, “gaipten sesler duyma” gibi psikopatoloji vakaları olduğu sanılan şeylerin, kısa sürede öyle olmadıkları, Haliç’in İstanbul’un geçmişini “kusmakta” olduğu anlaşılacak, İstanbul tamamen geçmişiyle iç içe geçmiş bir hayat sürmeye başlayacaktır.

Kişiler için olsun, toplumlar için olsun geçmiş ile barışmanın önemi, barışık olmamaktan ötürü yaşanan bedellerin nitelik ve ölçeği hakkında, özellikle bizim toplumumuzda zengin bir tecrübe birikimine sahip olduğumuzdan, neden böyle bir anlatı evrenini seçtiğimizi daha fazla gerekçelendirmeye çalışmayacağız. Önemli olan söz konusu evren tasarımın yeterince esnek olarak anlaşılması… Örneğin, biz evreni tasarlarken zaman boyutunu geçmişe doğru açacak şekilde düşündük ama evrenin geleceği de içerecek şekilde genişletilmesi, şehrin kaotik hayatına gelecekten de “mutasavver” konukların katılmasının önünde hiçbir engel yok.

Anlatı evreninin zenginliği, içinde yer alacak olayların, söz konusu edilecek, tartışılacak sorunların çeşitliliği, tamamen katılımcıların buluş yeteneklerine, ustalıklarına, kıvraklıklarına bağlı olacaktır.

Biçim ve çalışma tarzı… Günümüzde toplumumuzda ifade biçimlerinin en “ünlüleri” “doğu-batı” olan, “gelenekçi-Batıcı”, “laikçi- İslamcı”, “ticarî –ya da “avam­”-elit” gibi çeşitli kutuplaşmalarla malul olduğu malumdur. “Dalgın Sular Projesi” bu evrede bu konuda süregiden teorik, kavramsal tartışmalara bir yenisini eklemektense söz konusu kutupsallıkları “iş üstüne” çözmeye çalışmanın anlamlı olacağı düşüncesiyle yola çıkmıştır.

Bu doğrultuda, (Batılı anlamda) akademik sanat geleneğinden gelen bir grup ressam, Türkiye’de gelişmiş en kıvrak ve yaygın piyasada kendini kanıtlamış ifade biçimlerinden biri olan karikatür geleneğinden çizerler, bilgisayar ortamını estetik doğrultuda kullanan grafikerler, konuyla ilgilenen yazarlarla bir araya gelerek bir karşılıklı eğitim ve ortak üretim süreci örgütleyecekler.
Girişim, Mart başında Atölye galerisinde açılacak bir ortak sergiyle duyurulacak ve ilgilenenler aynı galeride ve Aralık Derneği’nde düzenlenecek kurslara davet edilecek. Sürecin bir kakafoniye dönüşme riski elbette mevcut ama­—özellikle nihaî ürünün bir “yamalı bohça” olmanın ötesine geçmeyebileceğinden ürkülmediği sürece— hem dergi, ansiklopedi ve kültür merkezi yöneticisi ve  psikoterapist olarak tecrübelerimiz, hem de şimdiye kadar sürdürdüğümüz ön temaslarda aldığımız tepkiler, sürecin anlamlı bir ürün verebilecek şekilde yönetilebileceğini ummamıza izin veriyor.

Öngörüde bulunmak elbette zor ama sanki bir yıllık bir çalışma bu girişimin anlamlı bir ürün verebilip veremeyeceğini sınamak için uygun bir süreymiş gibi duruyor.

Eğitim Programı

Bu girişime önayak olmuş olan grup aynı zamanda, bu tür olanaklardan yoksun kalmış ve belediyeler üzerinden ulaşılabilecek çevre (varoş, gecekondu) bölgelerde yaşayan çocuklara, Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından yetiştirilmekte olanlara ve Çocuk Cezaevlerinde tutulanlarla yönelik, tamamen modüler olarak tasarlanmış bir eğitim programı da hazırlama sürecindedir.

Bu program elbette bir yanıyla sosyal bir sorumluluğu yerine getirmek gibi bir saikten kaynaklanıyor. Ama onun ötesinde, şu ya da bu nedenden ötürü dışlanmış, yoksun bırakılmış çocukların, özellikle de suçlu çocukların, o güne kadar yıkıcı, anti-sosyal doğrultularda ifade bulmuş enerjilerinin uygun bir şekilde kanalize edildiklerinde, önümüze çok yeni ufuklar açabileceğine dair, hem dünya sanat ve edebiyat tarihinden, hem kişisel tecrübelerimizden kaynaklanan bazı sezgilerimiz var. Bu yüzden projenin iki ayağı, Çizgi Roman Projesi ve Eğitim Programları arasında bir sinerji yaratacak şekilde çeşitli köprüler kurulması da tasarlanıyor. (Bu köprülerin  neler olabileceğine dair somut bazı fikirlerimiz var ama bu somutluk düzeyindeki örnekler üzerinde durmanın yeri herhalde böyle bir teklif değil.)

Eğitim programları üç paralel kanaldan akan seminer dizileri ve atölyelerden oluşacak. Bunların ayrıntılı içerikleri elbette seminer ve atölye sorumluları tarafından tasarlanacağından, burada ana başlıkları vermekle yetiniyoruz.

Teorik seminerler. Klasik ama uygulamaya yönelik bir sanat tarihi anlatısıyla başlayacak bu seminerlerin, daha sonra popüler sanat, ticarî sanat, çizgi roman dünyası, İstanbul, hatta belirli yörelerin, mahallelerin tarihi doğrultusunda geliştirilmesi düşünülüyor.

Akademik Hünerler.  Bu kanalda açılacak atölyeler, temel klasik akademik eğitimde edindirilmesi hedeflenen, desen, perspektif bilgisi, kompozisyon gibi hüneleri edindirmeye yönelik çalışmalarla başlayacak. Ama hemen ardından (kompozisyona geçmeden) bu gruba, hat sanatı ve minyatür gibi İslam geleneğinin özgün biçimlerini öğretmeye yönelik atölyeler eklenecek.

Bilgisayarlı Grafik Hünerleri. Bu kanalda, FreeHand, Photoshop, CAD gibi çeşitli temel bilgisayarlı grafik programlarının kullanımı öğretilecek. Atölyelere eşlik eden teorik seminerlerde ya da bilfiil atölyenin kendi bünyesinde dijital sanat örnekleri tanıtılacak ve dijital estetiğin çeşitli sorunları tartışılacak.

Yukarıda da belirtildiği gibi çalışma programlarının ayrıntıları, bunlardan sorumlu olacak kişiler tarafından düzenlenecek.  Ancak tek tek bütün birimler tamamen modüler bir anlayışla düzenlenecek. Yani, her ne kadar, birimlerin kendi içinde birbirlerini izleyen bir iç mantığı olsa da, tek bir faaliyete katılmış bir öğrenci de, buradan temel bir hüneri (diyelim, desen çizebilmeyi ya da temel sanat tarihi bilgisini) edinmiş olarak ayrılabilecek. Diğer yandan, desen yeteneğine güvenen (ve eğitmen tarafından da yeterli bulunan) bir öğrenci, “alt kursları” atlayarak daha ileri bir kursa katılabilecek.

Çalışma Tarzı. Açık ortamlarda (semt konakları, Belediye Eğitim Merkezleri vs ***bunlara bugünlerde ne dendiğine bakılması lazım) seminer ve atölyelerin 2, en fazla 3 aylık faaliyetler şeklinde düzenlenmesi öngörülüyor. (Geçmiş tecrübe, daha uzun süreli faaliyetler öğrencilerin motivasyon ve ilgilerinin diri tutulmasının çok güç olduğunu gösteriyor.)

Çocuk Esirgeme Kurumu’nda sürdürülecek faaliyet için ise, dışarıdan gelerek seminer verecek, atölye düzenleyecek arkadaşların yanı sıra, tercihan sanat terapisi formasyonu da olan bir elemanın düzenli olarak “full-time” kurum içinde bulunması, eğitimden alınacak verimi olağanüstü derecede derinleştirecektir.




29 Aralık 2011 Perşembe

SANATÇI ARKA BAHÇE EKİ MİDİR ?




ALİ AKAY
İçişleri Bakanı Sayın Şahin’in bir şahin grubu için sarf ettiği kelimeler ve önermeler  Terörizmi değil de sanki bir Terör konuşmasını ifade etmekte. Sanatın ve sanatçıların özgürce ve inandıkları demokrasi anlayışı içinde eser verdikleri ve kendi doğrularını ifade yollarına başvurdukları tarihi bir olgudur. Tarih boyunca sanat yapanlar, bilimle uğraşanlar kendi doğrularını veya buluşlarını her zaman var olan kanıya veya inanca karşı üretmişlerdir. Bazen karşı gruplar tarafından da eleştirildiği söz konusu olmuştur; ancak bir toplumun her zaman sözcüleri olmuş olan düşünürleri aynı  zamanda o ülkelerin tarihi guruları haline gelmiştir sonunda. Bugün Fransa’daki yasa tasarısına  karşı çıkılırken de Voltaire’den söz etmekteyiz. İnsan Haklarının ve ifade özgürlüğünün önemine değinmekteyiz. Bilindiği üzere De Gaulle Fransız filozof ve edebiyatçı Jean-Paul Sartre’dan söz ederken ve Sartre’ın De Gaulle dönemi politikalarına karşı çıktığı bir sırada De Gaulle ‘’Sartre konulabilir, O Fransadır’’ cevabıyla iktidarın akıl dolu bir şekilde cevaplar da üretebildiğinin güzel örneklerinden birisini tarihe kazandırmıştır.   

Sanatçıların eserlerinin terörün ‘arka bahçesi’olduğu savı ise gerçek olamayacağı gibi bir totolojik itham olarak durmaktadır; sanat yapanın, şiir yazanın  hukukla aykırı davrandığı gibi bir bakışın hukuk devletiyle bağdaşamayacağı da aşikar değil midir ? Hukuk devleti diye bir kavramın sayesinde sanatçılar ve düşünürler özgürce düşündüklerini doğru veya yanlış ne olursa olsun ifade etmek hakkına sahip olmaktadırlar. Doğru olmadığı zamanlar da neden doğru olmadığına dair bir tartışmanın kamuya açılması da demokratik ortamların düşünce egzersizlerinden biri olarak durmaktadır.  Sanatçılarda kural  olmadığını söylemek sanatçı ismine yapılan bir yanlış olarak durmaktadır: Sanatçı belirli bir tarihe, sanat tarihine ve siyaset tarihine yaslanarak ve de sanatın kurallarına göre sanatını icra etmektedir. Hukukta da kural vardır, sanatta da ( 20. yüzyılın ünlü Fransız Sosyolog Pierre Bourdieu’nün bir kitabının adı  ‘’Sanatın Kuralları’’dır).  İyiyi kötüden ayırt etmek sanatın kurallarından bir tanesidir. Hoş, güzel ve yüce kavramlarına dokunarak düşünen estetik dalının evrensel isimlerinden Kant’ın bakışının ne kadar uzağında olursak olalım, yine de estetik değerlerin kurallarının ne kadar farkında olduğumuzu düşünmek durumundayız.  Sayın Bakan Şahin’i  bu anlamda Kant’ın evrensel estetik kurallarına bakmaya davet etmek isterim.  Bilmemek  değil öğrenmemek diye öğretmişlerdi bizlere büyüklerimiz biz okullu öğrenci olduğumuz sıralarda. Hayat öğrenmekle geçen bir süreçte anlam kazanmakta ve öğrenmenin vereceği hoşnutluğun keyfi hayatı daha güzel kılmakta değil midir ? 

Sanatçıların belki kandırılmışı olabilir, ama sanatçı ismini taşıyanlar kandırılmakla değil, inandıklarıyla eser verenlere verilen isimdir. Kandırılanlar da elbette olmuştur, ama onlara tarih sanatçı isminden çok ideolog diye bir ad koymuştur. İdeoloji ise sıklıkla dile getirildiği gibi bir yanılsamadır, perdenin arkasında duran çarpıtılmış bir gerçektir; ve sanatlar özellikle modern diye adlandırılan sanatlar ideolojiden uzak bir şekilde nesnelerin gerçeğine, yanılsama üzerine kurulu perspektifin ötesine, temsiliyetin dışına çıkmaya uğraşmıştır. Sanat o bakımdan kandırılan bir şey olmaktan çok daha fazla gerçekliğe yaslanan ve itinayla temsiliyetin tuzaklarından kurtulan bir düzenleme olarak ele alınmıştır. Sanatçı psikolojik eser veren birisi değildir ve hiç bir zaman da olmamıştır; onu  yapanlar ideologlar ve propagandacılardır ki, bunlara bugün sanatçı ismi verilmemektedir, artık. Sanatçı doğru olduğuna bütün kalbiye inanmış kimsedir ve ideolojiler tarafından ele geçirildiklerini anladıklarında da, bazen intihara kadar giden bir vicdan meselesiyle berberce yaşamayı tercih eden insanlar olmuşlardır. Teröristin tam tersidir. Kimi zaman tepeden terör ve aldan terör kavramları siyaset dünyasının kavramları arasında sayılabilse bile sanatçının bu iki tür terörle ve de hele hele psikolojik terörle asla ilişkisi tarih boyunca olmamış kimsedir. Etikası olan bir isimdir sanatçı, siyaseti değil, siyasetin yanılsatıcı boyutuna ters bakan birisine sanatçı denilmektedir . Propagandayı genelde yönetenler yapmaktadır, sanatçıların zaten böyle bir gücü de yoktur, sanat zayıflık ve güçsüzlük üzerine kuruludur; sanatın ifadesidir güçlü olan. Bakanın ‘arka bahçe ‘ diye adlandırdığı kurumlar ise tam tersine ifadenin özgürlüğünün ve kurallarının kendisi tarafından belirlenmiş olduğu alanlardır; disiplinlerine göre kendi iç yöntemleri, kuralları olan alanlardır; üniversiteler, kürsüler, derneklerin de kendi tüzükleri vardır ve bunlar yasallık, bilimsel ve demokratik kurallar üzerine yerleşmişlerdir. Bu alanların ülkeleri veya şehirleri de yoktur, her yer sanatçının çalışma alanı olabilmektedir, araştırma alanı olabilmektedir, konuşma ve ders yapma alanı olabilmektedir. Üniversiteler genelde şehirlerdedir, ama kolokyumlar bazen kırsal alanlarda da düzenlenebilmektedir; ‘’Abant Toplantıları’’ veya Fransa’daki ‘Royaumont Toplantıları’’ gibi yerlerde de oluşabilmektedir.  Terörün sızdığı alanlarda sanata yer yoktur, bilime de yer yoktur. Bunlar tam tersine akıl ve aklın araçlarının çalıştığı alanlardır. Yok etmek değil, üretmek üzerine yapıcı yerlerdir. Yapıcılık, Konstrüktivizm, düşüncenin 20. yüzyıldaki adlarından birisidir. Sanat bir zehir ve panzhir, tabii, olabilir, ama Eczacılığın mesleği zaten bu  değil midir ?  Pharmakon adını vermekteydi ünlü bir filozof, Jacques Derrida. 

Sanatçı ‘arka bahçe’deki değil, bahçenin kendisinde oturandır. Kendisini mekanda var edendir. Öznelliği  ise oturduğu yerdeki yersizyurdsuzlaştırdığı dildedir; ifadesindedir, biçimindedir.

1 Aralık 2011 Perşembe

“MANİPULE DEMOKRASİ HİKAYELERİ”




“Manipüle Demokrasi Hikayeleri” adlı sergi, yaşamla olan eleştirel politik, toplumsal ve siyasi bakışın tekrar yorumlanmasını amaçlamaktadır. Yeniden üretilip, manipülatif bir güncelleme oluşturmasının yanı sıra, bir tür “demokrasi ve demokratikleşme” yaptırım sorgulamasını görselleştirmeyi planlıyor.
Küratörlüğünü İnsel İNAL’ın yaptığı sergi; kendini var eden oluşumlar içinde bile yaptırımcı duruşuyla, seyirciye demokrasinin ne kadar manipulatif bir durum olduğunu sorgulatırken, demokrasi kavramının da kişinin yaşadığı yere, ideolojisine, hatta cinsiyetine göre değişkenlik gösterebileceğini vurguluyor.
Bir proje olarak katılımcılar arasında diyalog geliştirip, bu diyalog üzerinden yeni projeler üretilmesini amaçlayan İnal, dışarıda olanı içeri almayı ve sözün söyleyemediklerini görselleştirmeyi hedefliyor.

Sergi 09-18.12.2011 tarihleri arasında KargART’da gezilebilir.

sanatçılar:

Beyza TANYOLAÇ, Can SADAY, Ceren UZUN, Eda ÖNDER, Emine ÇÖRDÜK, Fırat BİNGÖL, Güler AŞIK, Güneş HÜSEYİNKULU, Harun TÖLE, Itır DEMİR, Memet ÖĞÜT, Özge ÜNLÜTÜRK, Safiye BAŞAR, Seçkin TERCAN, Sefa FEYZİOĞLU, Yeşim USTAOĞLU, Barasinga, Saliha KASAP, Yusuf Murat ŞEN