9 Temmuz 2011 Cumartesi

27 Haziran 2011 Pazartesi

UYARILAR / TEMBİHLER / TEHDİTLER: ELE GEÇİRİLEMEYENİN DOLAYIMINDA BİR SERGİ

Karmaşık, çok parçalı bir yapı olan toplumsal yaşamın bulanıklaştığı, her şeyin belli belirsiz silüetler halinde göründüğü “an”ları vardır. Böylesi “an”larda, özellikle söylemsel kargaşalar, (kendi) dünyamızın sınırlarının ötesini / berisini, bir alt-üst “oluş”a sürükler. Bu duruma , sürekli askıda kalan haller de denilebilir. Sözün, imgelemin, anlamın ters-yüz edilmiş boyutu bu karmaşanın yapısal yönünü oluşturur. Bu boyutu, söz konusu sergiyle ilişkilendirerek, serginin küratörlerinden Hüsnü Dokak’ın sözleriyle ifade edersek; “Siyasetin belirlediği tüm bireysel ve toplumsal ilişkiler (…), sağlam olmayan bir zemin üzerine kurulu olduğundan, dost-düşman kavramları iyiden iyiye karmaşık bir hal aldı. Dolayısıyla, karmaşık toplumsal ilişkilerden nasıl bir sonuç çıkacağını önceden kestirememenin yarattığı tedirginliği yaşamamak elde değil (…)”.

Siyaset(ler)in dayandığı egemen ideolojik yapıların bu alabildiğine kaygan/buzlu/soğuk zeminleri, toplumu oluşturan tüm bireyleri de, her an içine alabilecek çatlaklara, -sistemin nefes alıp verdiği çatlaklara - sahiptir. Bu ölümcül zeminler, yaşamı, yanılsamalarla dolu, güvensiz, tedirgin edici, tehlikeli ve tanımlanamaz kılar. Ashty Addo, Awni Sami, Bahar Demirtaş, Barış Seyitvan, Erdal Duman, Fırat Bingöl, Hüsnü Dokak, M.Ali Uysal, Mehmet Öğüt, Samet Aydın, Seçkin Aydın, Serkan Demir, Serpil Odabaşı, Şefik Özcan, Uğur Orhan ve Walid Siti’nin katıldığı ve Amed Sanat Galerisi’nde açılan sergi, bu anlamda, içinde bulunulan “durum”u ismin tüm hallerinde görünür kılmaya çalışıyor.

Serginin küratör-sanatçılarından olan Hüsnü Dokak’ın “Hiza” isimli çalışması, serginin genel görünümü içinde, bir sınır-durumun içerdiği dehşeti, kendisine eşlik eden azami disiplinle, tüm mekana bir sis gibi yayıyor. Bir sıra düzeni içinde, kendilerini harekete geçirecek üst bir sesi tekinsiz bir titreşim içinde bekleyen hayalet figürler, oluşturdukları tek sesli koroyla izleyene “kendine dikkat et” tehditinde bulunuyor gibiler. Samet Aydın, “Seksek” adlı performativ çalışmasıyla, militarizmin tüm dünya yüzeyinde cebren ve hile ile oluşturmuş olduğu yapay sınırları, dil/oyun düzleminde sorunsallaştırıyor. İzleyiciyi de bu dil/oyun düzlemine dahil eden Aydın, galerinin sert, soğuk zeminine yumuşak bir iniş yapıyor. Galeri mekanının izleyiciyi karşılayan merkez noktalarında Seçkin Aydın’ın “öteki”nin kabul edilebilirliğinin gerilim noktalarını, bir üst-anlatının tümel ifadesi olarak ortaya koyduğu “ÖTEkim olursan ol, yine de gel” (Mc Rumi), adlı çalışması, kendisini, “ötekiliğin” icad edilmiş yapısı üzerine temellendiriyor. Galerinin merkez alanında, duyumsanabilir olanın paylaşımında, rolünü sözcük oyunlarıyla oluşturduğu MAYIN (dokunMAYIN, konuşMAYIN, okuMAYIN, anlaMAYIN…) çalışmasıyla sürdüren Seçkin Aydın, “hasılı sözümün tersine yürü”, kabilinde, söylem eleştirilerini ironinin sınırlarında sürdürüyor. Erdal Duman’ın “Gül Tarlası” adını verdiği, alacalı pombaları ve galeri duvarında özensizce asılı duran yeşilimtırak kaleşnikofu, formlarının keskinliğine ölümcül soğukluklarını da ekleyerek, yüzümüzde asılı kalan belli belirsiz bir tebessümle, bizi, tekinsizliğin karanlık, yüksek duvarlarıyla karşı karşıya getiriyor. Awni Sami ‘nin “İsimsiz” adını verdiği çalışması, kaotik toplumsal zamanlara dair olup erk sistemlerine göndermede bulunuyor. Sembolik anlamda erkek egemenliğini temsilen oluşturduğu kırmızı renkli üçgenleri ve bu erkin yapısal bileşenlerini bölümleyen sözcükleri, Sami’nin yerleştirmesini bir tarih şeridi gibi okumamızı sağlıyor. Bir diğer sanatçı, Ashty Addo, “İsimsiz” adlı foto-performasıyla, toplumsal yapıların üzerinde yükseldiği söylemsel zeminlerin kayganlığını, güvenilmezliğini, üzerinde dik durabilmeyi mümkün kılamayacak çatlaklarını, biçare denge arayışıyla işaret etmeye çalışıyor. Mehmet Öğüt’ün, militarizmin tek-tipleştirici faktörel kuvvetleri üzerine oluşturduğu ve bu sürece toplumsal tüm kurumların (aile-okul vs) nasıl törensel bir vecd hali içinde hizmet ettiğini sorunsallaştıran, “Islahat- maruz kalmak” isimli videosu, Barış Seyitvan’ın “Nothing” adını verdiği ve sonsuz muş gibi gelen iç karartıcı bir ölüm koşusuyla savaşı sorunsallaştırdığı video çalışması, Fırat Bingöl’ün “Güven Oyunu” adlı videosu, temelde erkin, güvensiz, tekinsiz, soğuk, ölümcül kıldığı yaşamın tam ortasında kalan, kıstırılmış, çaresizleştirilmeye çalışılan bireyi konu ediniyor. Serpil Odabaşı’nın, kadına yönelik şiddeti konu aldığı boyamalarını, Bahar Demirtaş’ın şiddeti parodik bir dille oluşturduğu kolajları çığlığa dönüştürüyor. Yine ironinin sınırlarında gezinen sanatçı Uğur Orhan’ın hükmet-me pratiklerini alaycı bir dille ele aldığı, “Hoca Ne Oldu?” adlı, foto-performası, nihayetinde eriyip gitmeye, sınırlarından içe doğru büzülmeye mahkum katılaşmış yapıların askıda kalmış hallerini görünür kılan M. Ali Uysal’ın “Askıda” isimli çalışmasıyla, kaotik, güvensiz, belirsiz bir toplumsal aralıktan bakışıma sunulan sergideki yerlerini alıyorlar.

Şefik Özcan 2011

20 Haziran 2011 Pazartesi

Resim ve Heykel Müzeleri Derneği "Günümüz Sanatçıları 30. Yıl Sergisi"





Bugüne kadar en uzun soluklu olma özelliğini taşıyan, sanat tarihimize ışık tutan bir sergi olarak Günümüz Sanatçıları Sergisi'nin bu yıl 30.su düzenleniyor.

"Günümüz Sanatçıları Sergileri'nin en önemli özelliği bugün-gelecek bağlamında bir imlemede bulunmak ve bir iz düşürmektir. Bu sergiler bir tanıklık, bir yansıma ve bir önermedir." / Hasan Bülent Kahraman

http://www.akbanksanat.com/web/114-10313-1-1/akbank_sanat/akbank_sanat_beyoglu/galeri_etkinlik/resim_ve_heykel_muzeleri_dernegi_gunumuz_sanatcilari_30__yil_sergisi_

21 Mayıs 2011 Cumartesi

KENDİNE DİKKAT ET, HAY JI XWE HEBE, TAKE CARE OF YOU

Kendine Dikkat Et!

İnsan hayatını kolaylaştırma adına yapılan bunca ilerlemeye rağmen dünyada kendi yönümüzü bulmamıza yarayan en temel değerlerin bu denli güvensiz olmasını neye bağlamamız gerektiği sorusu tartışmaya açıktır. Tartışılmayacak kadar açık olan bir şey varsa o da, gündelik yaşamdan kaygı duymanın her zamankinden daha fazla oluşudur. Bunun nedeni de, ayağımızı basacak sağlam bir zeminin artık eskisi gibi olmayışıdır....
Siyasetin belirlediği tüm bireysel ve toplumsal ilişkiler işte bu sağlam olmayan zemin üzerine kurulu olduğundan dost - düşman kavramları iyiden iyiye karmaşık bir hal aldı. Dolayısıyla, karmaşık toplumsal ilişkilerden nasıl bir sonuç çıkacağını önceden kestirememenin yarattığı tedirginliği yaşamamak elde değil. Nerede ve nasıl yaşarsak yaşayalım, elimizin altında tüm gelişik teknolojik aletler olsa bile kendimizin, yakınımızın, tanışık olduklarımızın başına bir şey gelmesinden daha fazla korkar olduk. Son on yıldır, içinde bulunduğumuz bu durumu özetleyen kendine dikkat et! cümlesi tedirginliğimizi uç noktalara taşımaktadır.
Sosyal iletişim yöntemlerinin zenginliğine rağmen karşımızdakini anlayamamamız, yani, her şeye rağmen kendi başlarının çaresine bakabilmenin yolunu bulanlardan habersiz kalışımız da günümüzün başlı başına başka bir sorunudur. Uyarıya ihtiyacı olmadığını bilmeden hafif yollu “kendine dikkat et” demek “sen beceremezsin, dikkatli ol” uyarısı anlamına geliyor ki, kendi içinde paradoks bir anlam fukaralığını barındırmaktadır. Düşünülmeden söylendiğinde karşıdakini yoksul sanmaktan başka bir şey değildir.
Bilgilerini ve becerilerini değil, karmaşık ilişkilerini ustaca kullananların sahip olduğu başkalarını kolaylıkla safdışı bırakma cüreti, elde ettikleri ayrıcalıklı konumdan almış oldukları güçten kaynaklıdır. Bu imtiyazlı pozisyon kendini yine aynı cümlede ortaya koymaktadır: Kendine dikkat et!.
Nasıl kullanılmak istendiğine bağlı olarak anlam değiştiren kendine dikkat et cümlesi, yön bulmamıza engel zemin kaymalarını çok sık ve yoğunlukta yaşadığımızın bir metaforu gibi ağzımızın içinde her an ve herkese karşı dışarıya fırlayacakmış gibi duruyor. Öğüt, uyarı ve tehditlerle dolu!.
Take care of you!...

Hüsnü Dokak, 2011
---------------------------------------------------------------------------------------
Hay ji xwe hebe!

Ligel hemû pêşketinên ku ji bo hêsantirkirina jiyana mirov derketine hole jî, pirsa bêewlebûna nirxên bingehîn ku ji bo paşeroja me diyarde ne, dê çawa werin şirovekirin ji nîqaşan re vekiriye. Tiştê zelal yê ku ne hewce ye were nîqaşkirin jî, ji hemû deman bêtir pirbûna gumanên ji jiyana rojane ye.

Sedema vê yekê jî êdî weke berê ji bo danîna lingên xwe, tunebûna parzemîneke qewîn e .Ji ber ku hemû têkiliyên kesane û civakî ji alî sîyasetê ve li ser vê parzemîna neqewîn hatin damezirandin, têgehên dostî û dijminiyê ji bin ve tevlîhev bûn. Nejiyîna diltepîniyên nedîtin û texmînnekirina encamên van têkiliyên civakî yên tevlîhev ne pêkan e.
Jiyana me li ku derê û çawan dibe bila bibe, dîsa di bin destê me de çiqas amûrên teknolojîk dibin bila bibin, em ji jiyana xwe, ji jiyana nas û naskiriyên xwe bi guman in. Rewşa me ya deh salên dawî ku bi hevoka “ hay ji xwe hebe” hatiye vegotin, tirsa me derdixe asta herî jor.

Ligel hebûna ewqas rêbazên ragihandinê yên civakî nefêmkirina me ya ji hev, ligel hemû tiştan hayjênebûna ji kesên ku bi awayekî rêbazên çareserkirina pirsgirêkên xwe dibînin, bi serê xwe pirsgirêka me ya rojane ya bingehîn e. Bêyî ku pêdiviya bi hişyariyê bizane, bi awayekî qerfî, gotina “hay ji xwe hebe” û “tu nikarî pêk bînî, balder be” tê wateya hişyarkirinê ku di nava xwe de paradokseke ji wateyê bêpar dihewîne.

Ev hevoka “Haj ji xwe hebe “ ku li gorî bikaranînê wateya wê diguhere, astenga pêşbînî û weke metafora hejîna zemînan e ku di jiyana me de bi piranî tê dîtîn û li hember herkesî dike ku bipijiqe, di devê me de disekine. Digel şîret, hişyarî û gefan!
Hay ji xwe hebe!...

Take care of you!...


Hüsnü Dokak, 2011

----------------------------------------------------------------------------------------Take Care of You!...


Regardless of such advancements towards bettering human life, the insecurity of such direction-finding values is indeed open for questioning. The very obvious and unquestionable thing is that our daily concerns are more than ever. The reason to that is the inexistence of the very steady ground we once used to step on.
Because all individualistic and communal relations that are determined by politics stand on this unsteady ground, the friend-enemy notion approached towards a complicated state. Therefore, it is inevitable to avoid the concerns created by the inability of foreseeing a conclusion of such complicated relations. Regardless of where and how we live, whether we have the most technological devices on hand or not, we fear even more now, that a relative or someone we know would get in trouble. As it summarizes the situation that we have been in within the last decade, the term “Take Care of You” elevates our concerns to it’s peak.
Another problem is the inability to understand one another, despite of the abundance of social communication methods, that is to say, the lack of communication with those who can take care of themselves regardless. Saying “Take Care of You “ while not knowing the need for the caution, means “you are incapable, be careful” and therefore the phrase becomes nothing but a poor and meaningless saying that contradicts itself. When said without thinking, it is no different than assumption of the other person’s poverty.
The urge to eliminate others, not through knowledge and abilities but through the diplomatic use of complicated relations, is caused and empowered by concessive positions. This concessive position again betrays itself in the same sentence: “Take care of you!”
Shifting meanings depending on the usage, the sentence “Take Care of You” exists as a metaphor ,about to slip out of our mouth at any moment and to anybody, against our ability to find direction on a ground where convulsions and unsteadiness is stronger than ever. Full of admonition, caution and coercion!.

Take care of you!

Husnu Dokak, 2011




Tarih/Dîrok/Date: 28 Mayıs – 13 Haziran 2011
Yer/Cî/Place: Amed Sanat Galerisi - Sümer Park, Diyarbakır

Küratörler/Afiriner/Curators
: Hüsnü Dokak, Samet AYDIN, Seçkin Aydın.

Sanatçılar/Hûnermend/Artists


Ashty Addo
Awni Sami
Barış Seyitvan
Bahar Demirtaş.
Erdal Duman
Fırat Bingöl
Hüsnü Dokak
Mehmet Ali Uysal
Mehmet Öğüt
Samet Aydın
Seçkin Aydın
Serkan Demir
Serpil Odabaşı
Şefik Özcan
Uğur Orhan
Walid Siti
See more

http://www.korhaber.com/haber/Kendine-DIKKAT-et-Diyarbakir-a-yeni-sanat-galerisi/60996
http://www.gazeteport.com.tr/KULTUR_SANAT/NEWS/GP_912462




Güncelle! Update!

Küratör  Curator   Derya Yücel

Sanatçilar Artists

Hakan Selçuk Bacak          
Badem                                              
Fırat Bingöl                                        
Nese Çogal                             
Özge Enginöz                                          
Eda  Gecikmez                                 
Fikret Gerçik                                
Murat Germen                                              
Ozan Gezer                                     
Kutlu Gürelli                                    
Lara Kamhi                             
Hatice Kul   
Christina Maria Kulot
Zekine Kundukan
Lefor       
Esra Saglik  
Tolga Savas  
Kivilcim Harika Seydim
Berkay Tuncay   
Tahir Ün   
Feza Velicangil   
Asli Vural  
Ercan Vural  


Açilis  Opening 25 Mayis May 18.30
25.05 – 09.07.2011
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1053371&Yazar=AY%C5%9EEG%C3%9CL+S%C3%96NMEZ&Date=20.06.2011&CategoryID=41
http://www.arayuzgaleri.com/php/index.php?mid=0&dl=1&mod=1
http://www.artcitizens.net/notice/list/id/1099




                                 Fırat Bingöl, Aslı Vural, Berkay Tuncay. Badem

28 Şubat 2011 Pazartesi

CAN YOU HEAR ME?



  







MESSAGES WITH MANY DIFFERENT EXPRESSIONS...

11 Ocak 2011 Salı

Eve Dönüş








“Eve dönüş” olarak adlandırdığımız olgu, bireyin kendi kalıplarından çıkıp farklı bir coğrafyada hayata dair farklı söylemleri deneyimleme sürecinin sonucunda gerçekleştirdiği edimdir. Buraya varana dek birey, kendi geçmişi ile geleceği arasında yaşadığı ânı tekrar tekrar ele alır. Geçmiş ve geleceğinin çakışma noktasını yaşar. Bir bakıma kendi varoluşundan uzaklaşarak yeni bir aidiyeti sahiplenir. Farklı bir coğrafyada var olmanın getirdiği şaşkınlığını, - ki bu, sokağa adım atmayla başlayan uzamsal bir değişim ya da sadece bir kütüphanenin düşünsel coğrafyası olabilir - birbiriyle zıtlaşan söylemlerin çelişkisi üzerine kurmaya çalışır. Çelişkiler, bireyin zihinsel dünyasını zenginleştirir.

Uzaklık ve uzaklığın getirdiği yabancılık hissi, bireyi kendine aidiyet kurabileceği bir mekân bulma çabasına iter. Kendini var eden evden uzakta, yeniden farklı söylemler içinde bir yaşam alanı üretir. Düşünsel anlamda değişim halindeki kimlik, dıştan içe ve içten dışa yönelen bir döngünün etkisiyle yeniden şekillenir. Kökünden kopmuş bireyin var olma biçimi, ya yeni fikirlere açık olup farklı bir alıgı düzeyine geçmesi ya da farklı düşüncelere yabancı kalarak yersiz yurtsuzlaşmasıyla sonuçlanabilir. Algının değişimi ve gerilimli bir sürecin yarattığı bu “kökünden kopuş” sürecinde birey, sürekli dönüşümü yaşar. Düşünsel farklılığa kendini kapatmış olduğu sanrısına kapılsa da, zihinsel ya da uzamsal bir uzaklık durumu aracılığıyla birey, bilinçli ya da bilinçsiz bir dönüşümle kendini hiç bilmediği bir noktada bulacak, hemen ardından da başlangıç noktasına dönebilmenin yollarını araştıracaktır. Sonuç olarak geri döndüğü yer hareket ettiğinden çok ayrıksı da olsa, artık bireyin evi haline gelecektir. 


Sanatçılar: 
Can Ertaş 
Fırat Bingöl 
Feza Velicangil
Koray Ekremoğlu
Guido Casaretto
Orhan Cem Çetin 
Tunca Subaşı 
Yağız Özgen
Sena Başöz

Küratörler: Mehmet Kahraman, Güher Gürmen



http://www.gazetemege.com/yazar/47/Eve_Donus_Sergisi__Sanatorium.html